Hayat ne garip bugünlerde; Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı !..
Daha büyük evlerde kalıyoruz ama daha küçük ailelerde yaşıyoruz..!
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı !..
Diplomamız bol ama sağduyumuz az..!
Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı !..
İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı..!
Sorumsuzca para harcıyoruz ama az gülüyoruz..!
Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz !..
Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz..!
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz !..
Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik..!
Çok konuşuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz !..
Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik..!
Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık !..
Ay’ a kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza geçmek için karşıya geçmiyoruz..! Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz !..
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik..!
Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık !..
Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..!
Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz !..
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla..!
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı !..
Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi..!
Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı !..
Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları inşa ediyoruz ama kendi aramızdaki iletişimde zorlanıyoruz..!
Dünya barışı der, silahlanırız !..
Daha mutlu olmak için somurtarak çalışırız..!
Yani bugünlerde; Eve çift maaşın girdiği ama çiftlerin boşandığı !..
Güzel evlerin yuva olamadığı..!
Kısa seyahatlerin, Kâğıt mendil gibi ilişkilerin;Yıka çık gönüllerin, tek geceliklerin !..
Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin..! Vitrinlerin dolu ama gönüllerin boş olduğu; Günlerde yaşıyoruz...
18 Kasım 2014 Salı
4 Kasım 2014 Salı
Neden Kitap Okumak?
Kitap Niçin Okunur?
Bunca kitap okumanın insanı daha mutlu yapmayacağını bildiği halde insan neden daha fazla kitap okur ki?
Bunca kitap okumanın insanı daha mutlu yapmayacağını bildiği halde insan neden daha fazla kitap okur ki?
Aşağıdaki yazı bu soruya verilen kısa bir yanıt niteliğindedir.
Öncelikle mutlu olmak ile okumak arasında herhangi bir ilgileşim (korelasyon) olduğunu sanmıyorum. En azından bizi böylesi bir hipoteze sürükleyecek herhangi bir gerekçemiz yok. Okumak ne daha mutlu eder insanı ne de daha mutsuz. Mutlu olmak başlı başına ayrı bir insani durumdur ve daha çok insanın içinde bulunduğu kabı doldurmasıyla ya da içine sığabileceği bir kap bulabilmesiyle ilişkilidir. İnsan yaşarken sürekli yeni ilişkiler kurar ve bu ilişkiler sayesinde hayata tutunur, yeni şeyler öğrenir, öğrendikleriyle yeni ufuklara doğru yol alır. Bu ilişkiler ne kadar sağlam değerler üzerine kurulmuşsa o kadar mutludur insan. Bir çeşit "oyunu kurallarıyla oynamak" olarak özetlenebilir mutluluk. Kurallarıyla oynarsan sonuna varırsın, kazanırsın. Kurallara uymazsan yolda kalırsın, kaybedersin.
20. yüzyılın arlanmaz kültlerinden birisidir mutluluk peşinde koşan insan. Alışveriş kadınları mutlu eder, meslekte ilerlemek ve çok para kazanmak erkekleri mutlu eder, sürekli gelişen video oyunları çocukları mutlu eder... Erkek üreterek mutlu olurken, bu üretilenleri tüketmesi için 20. yüzyıl alışveriş delisi kadını yaratmıştır. (Gerçi kadın-erkek rolleri arasındaki ayrım azaltılarak kâr marjini yükseltilmiştir son yüzyılda ama yine de popüler kültürdeki yansımalarına bakarsak bu rol ayrımı geçerliliğini korumakta.) Bu yüzden alışveriş bir ihtiyacı karşılamaktan çok arzuları karşılayan bir etkinliğe dönüştü son yüzyılda. İnsanların neye ihtiyacı olduklarının bir önemi yoktur. Neyi arzuladıklarının ya da arzulayabileceklerinin (Steve Jobs'un bir lafı vardı kabataslak aklımda kalan: İnsanlar neyi arzuladıklarını bilmiyorlar. Onu bulup çıkarmak bizim işimiz.) bir önemi vardır. Henüz arzulamamışlarsa, onların arzulaması için gereken bilinç-dışı manipülasyonlar yapılmalı, zihinlerin derinliklerindeki arzular uyandırılmalıdır. Ancak bu şekilde kapitalist çarklar dönmeye devam edebilir. Yeni aldığınız telefonu bir yıl sonra çöpe atıp yenisini almazsanız telefon şirketleri kâr edemezler. Aynı şey zayıflamak için milyarlarca dolar parayı saçma sapan haplara ve çaylara harcayan kadınlar için de geçerlidir. Mutlu olmamız için harcamamız gerektiğine inandırıldık bu çağda. Daha da kötüsü mutlu olmazsak hayatımızın bir değerinin olmayacağına ikna olduk. Her şeyi daha iyi hissetmek, kendimizle barışmak ve etrafımıza huzur saçmak için yapar olduk.
Oysa hayattaki asıl amaç mutlu yaşamak değil, anlamlı yaşamaktır. Hayatımızın bir anlamı olmalıdır. Mutluluk bu anlamla gelecekse gelir zaten. İnsanın hayatının anlamlı kılacak birkaç hedefe ihtiyacı vardır. Bir anne için bu hedef çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek olabilir. Bir baba için çocuklarına satranç öğretmek ve onları uluslararası olimpiyatlarda zirveye taşımak olabilir. Kimseye zararı olmadığı sürece hayata anlam katan her eylem ?sanat, spor, bilim, edebiyat vb- hayatın amacı olabilir. İnsan böylesi bir amaca bir kere bağlandı mı zaten mutluluk peşi sıra gelecektir.
Gelelim EE'nin sorusunun akla getirdiği ve benim bu yazıya başlık olarak seçtiğim soruya. İnsan neden okur? Bugün düşündüm bu soru üzerine ve beş tane temel nedene ulaştım. Bunlar çoğaltılabilir, azaltılabilir de. Zaten birbirinden bağımsız maddeler değiller. Aşağıya bunları madde madde geçiyorum.
1. Öğrenmek için: İnsanın okumasının ilk ve en temel nedeni merak duygusunu tatmin etmektir. Bu evrimsel bir güdüdür ve aslında insanı diğer türlerden farklı yapan önemli bir yol ayrımına vesile olmuştur. İnsan merak ettiği için bilinmeze doğru yelken açmak ister. Bunu yaparken de elinden geldiğince üzerine alacağı riski azaltmak ister. Bu yüzden okumak, ya da benzeri işlevi görecek diğer öğrenme yöntemlerini kullanmak önemli bir rol üstlenir insanı böylesi bir göreve hazırlamada. Bir tıp doktoru tıp kitaplarını okumadan hasta muayene edemez, bir mühendis matematik kitaplarını satır satır çalışmadan makinelerin dillerini çözemez, bir gezgin gideceği ülkenin kültürünü ve geleneklerini rehber kitaplardan okumadan giderse başına hoş olmayan şeyler gelebilir. Okumak, öğrenmenin en kolay yöntemidir. Günümüzde görsel ve dinletisel pek çok iletişim aracı okumanın yerini almış gibi görünse de aslında verebildiği derinlik ve insana sağladığı kolay (ve ucuz) çalışma ortamı bakımından okumanın uzun yüzyıllar boyu daha iyi bir öğrenme yöntemi olarak kalacağı aşikardır.
2. Zevk için: Bazı okumalar sırf zevk için yapılır. Şiir mesela. "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden / Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak / Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak" derken bir şey öğrenmezsin. Seslerdeki uyuma, kelimelerdeki ahenge, o ahenkten çıkan ve zihninde canlanan görsel şölene kaptırırsın kendini. Amaç bir şey öğrenmek değil, bir durumun tadını çıkarmaktır. Romanla ortak noktaları daha çok olsa da kimi zaman öykü de bu kategoride anılabilir. Bir insanın içine düştüğü anlık durumu hissetmek, kendini onun yerine koymak, sorulamayan soruları kendine sorabilmen için okursun öyküyü. Bu arada bir şeyler öğrenirsen, öğrendiğin yanına kâr kalır ama kesinlikle öğrenmek, ders çıkarmak, hayatı özetlemek değildir bir öykünün amacı. İliklerine kadar hissedeceksin kelimelerin büyüsünü, beğendiğin cümleler olacak altını çizdiğin, tekrar tekrar okuyacaksın o cümleleri. Ezberlemek, sürekli yanında taşımak, sevdiceğine okumak isteyeceksin. "Var mıdır nalçaları sevincin? / Gün tene değince kanatları uzar mı? / Derin bir secde gibi rüzgâra aşılanmak / Dostları düşünmenin çarpıntısından mı?" derken ufuk çizgisine bakıp ifadelerdeki sihri hayal edeceksin. "Leblerin mecruh olur dendân-ı sin-i buseden / Lâlin öptürmek bu hâlette muhâl olmuştur bana" derken aşkı ve aşkın insana yaptırdıklarını düşüneceksin. İrkileceksin, sarsılacaksın, titreyeceksin. Mutlu olamayacaksın belki ama umutlu olacaksın insanlık adına, aşk adına, zamanın bitmez tükenmez ruhu adına.
3. Anlamak için: Romanlar ve öyküler başkalarının hayatlarını anlamak için okunur çoğu zaman. Çünkü insanı ve onu çevreleyen hayatı anlamanın tek yolu onu bir çerçeveye sokmaktır. İnsan çevresinden soyutlandığında havada gelişigüzel taklalar atan, anlamsız bir biyolojik varlığa dönüşür. Onu anlamak için onu etrafına bağlayan çerçeveye bakmak şarttır. Roman ve öykü bu yüzden önemlidir. Psikolojinin, sosyolojinin, antropolojinin yapamadığını yapar kurgu. İnsanı değişmez, baştan tanımlanmış bir varlık olarak ele almaz roman. İyi bir yazarın elinden çıkan katile hayranlık duyabilirsiniz. Çünkü yazar o katilin eylemlerini haklı çıkartacak öylesi bir çerçeve sunar ki okuyucuya, okuyucu mecbur kalır katile sempati duymaya. Kocasını aldatan Anna Karanina'ya sempati duyduğumuz, tefeci kadının kafasını baltayla yaran Raskolnikov'a yakınlık beslediğimiz gibi nice "anormalleri" normal karşılarız romanda (ya da öyküde). Çünkü kurgu sanatı bizi bir yandan gerçeklikten soyutlarken, bir yandan da koşut bir gerçekliğe davet eder. Bu koşut gerçeklikte yazarın yaratmış olduğu bir dünya vardır ve bu dünyanın tek amacı kendisini size sevdirmektir. Siz bir gözlemci olarak bu dünyaya girdiğinizde aslında o dünyadaki karakterlerin derilerinin altına girmiş olursunuz. Bir eşcinsel olursunuz eşcinselliği günah ve sapkınlık olarak gören bir toplumda, bir öğretmen olursunuz veliler ile okul yönetimi arasında sıkışmış kalmış, bir kadın olursunuz kocasından dayak yiyen ama bunu dile getiremeyen, hayatı boyunca çalışmış ama bir baltaya sap olamamış bir zavallı olursunuz. Bu şekilde kurgu başka hiçbir bilim dalının yapamayacağı bir işi becerir. İnsanı içinde bulunduğu ortamla birlikte anlatır ve aslında bu şekilde "gerçek insanı" ortaya koyar. Çünkü etrafından soyutlanmış insan var değildir, insan değildir. Onu anlamanın, acılarına ortak olmanın, sevinçlerini paylaşmanın tek yolu kurgunun çetrefilli patikasıdır. "Başka insanların acılarını tahfif etmek kadar büyük bir günah olabilir mi?" diye sormuştu yıllar önce okuduğu İranlı bir yazar. Bu günahtan kaçınmanın en kolay yolu onları anlamaktır. Bu da romandan ve öyküden geçer.
4. Özgürleşmek için: Okumadan okumaya fark vardır. İnsan sırf inandıklarını tasdik etmek için okuyorsa özgürleşemez. Tam tersine inandıklarının kölesi olur. Böylesi bir okur "Bütün kuğular beyazdır." önermesine inanıp, gördüğü her beyaz kuğuyla inancını bir kat daha pekiştirdiğini sanan tümevarımcıya benzer. Oysa sağlıklı okur ömrünü beyaz olmayan kuğu arayarak geçiren okurdur. Yararlı okuma eleştirel okumadır. Zaten içine doğduğumuz toplum bize yaptırımlar getirir. Yapma, etme, gitme, konuşma gibi yasaklarla büyürüz hepimiz. Okuyarak bu yasakları çözümleyebilir, arkalarında yatan gerekçeleri görebiliriz. Özgürleşme de bu anlamadan sonra gerçekleşir. İnsanı düşündüren, sorular sordurtan, cevaplar vermekten çok yeni sorular sorup yeni okumalara yol açan kitaplardır okunması gereken. İnsana eksikliğini hissettirecek kitaplardan bahsediyorum. Zihnindeki kalıpları yıkacak, zincirleri parçalayacak, sorulmayan soruları korkusuzca sorabilecek, tehlikeli uçurumlarda okuyucuyu gezdirmekten çekinmeyen kitaplardan. İyi kitap özgürleştiren, düşünmeye, sorgulamaya, diyalektiğe kapı aralayan kitaptır. Eksiklik duygusu önemlidir. İnsan eksiktir, tamamlanmamıştır, hiçbir zaman da tamamlanamayacaktır. Bu hem evrimsel düzeyde geçerlidir hem de tek bir insanın yaşamında. Bu eksikliğin giderilmesi, bu açlığın dindirilmesi için insanın kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumla yüzleşmesi gerekir. Bu da en kolay okuyarak yapılır. Özellikle felsefe ve bilim okumaları bu konuda atılması gereken ilk adımlardandır. Bir de edebiyat var tabii dilin gücünü yanına alan ve zihinleri etkilemede tartışmasız gücü olan.
5. Değişmek ve değiştirmek için: Sorgulamak, verilenle yetinmemek, sürekli sorular sormak rahatsız edici bir durumdur. Uzun süre bir yanıta ulaşamazsa insan sıkıntı yaşayabilir. Çünkü denge kaybı uzun süre dayanılacak bir durum değildir. Okuyup sorgulayan insan değişmeyi de bilmelidir. "Kafalarımız, içindeki düşünceler yer değiştirsin diye yuvarlaktır." diye matrak bir laf duymuştum yıllar önce. Kafalarımızın neden yuvarlak olduklarını bilemem ama okuduktan sonra düşüncelerimiz değişmiyorsa okumaktan bir şey anlamadığımızı söyleyebilirim. Dünyayı yorumlamak yetmez, değiştirmek de gerekir. Haksızlıkla, adaletsizlikle, zulümle savaşmayacaksak neden okuruz adaleti, hukuku, merhameti anlatan kitapları? Değiştirmek için değişmek birinci koşuldur. Eleştirel okumalar bu yüzden önemlidir. Tek bir kitaba, tek bir görüşe aldanmadan okumak gerekir. Karşılıklı okumalar yapmak, kişisel gözlemler ve deneyimler eşliğinde durum değerlendirilmesi yapılmalıdır. İnsan, ömrü boyunca köklü değişimleri bir ya da iki kere yaşar. Öyle her fırsatta, rüzgârın estiği yöne dönen insan değişim kavramının yüz karasıdır. Kişisel çıkar için, cebine dolacak para için dönenleri her gün televizyonlarda, gazetelerde görüyoruz. Entelektüel dönüşüm maddi çıkarlardan bağımsız, salt insani değerler üzerinde gerçekleşendir. Aksi takdirde insanlığın huzuruna aydın sıfatıyla değil, "dönek, şakşakçı, şarlatan" gibi sıfatlarla çıkar bu insan.
Okuduk, öğrendik, sorguladık, değiştik ve değiştirmek için yola çıktık. Bütün bunları yaptıktan sonra zaten hayat bir anlama kavuşmuştur. Bu anlam içinde mutluluğu da barındırır, mutsuzluğu da. Üç yaşındaki bebeğin dünyanın en büyük yirmi ekonomisinden birisi olmakla övünen ülkemizde ölüme terk edilmesi haberi, okuyan insanı daha bir mutsuz edecektir. Bir aldatılmışlık, bir kandırılmışlık duygusu çöker insanın içine. Tüm ırmakları kan alır götürür böylesi bir haberle, tüm dağlar yanardağına dönüşür insanın başından aşağıya lavlar püskürten. Çünkü okuyan insan sadece üç yaşındaki o çocuğun ölümüne üzülmez; popülist politikalarla kandırılan halkına da üzülür, istatistiğin bir yalan aracı olarak kullanılıp zihinleri iğfal etmesine de üzülür, çalıp çırpması engellenen yüzsüzlerin nasıl her sürçmelerinden sonra pişkin pişkin sandığı işaret etmelerine de üzülür. Üzülür ve elinden yazmaktan başka bir şey gelmez. Yazar ki bir nebze acısı dinsin, yazar ki omuzlarındaki suçluluk duygusu bir nebze azalsın. Haksızlık karşısında sağlam bir duruş sergileyebilme biraz da olsa mutlu eder okuyan insanı. Sorunların kısa erimde çözülemeyeceğini bilse bile. Bu duruş mutlu olmaya yeter de artar pek çok insan için. Yeter ki ezilenin, haksızlığa uğrayanın yanından ayrılmayalım. Çünkü biz de ayrılırsak iyice kimsesizleşecektir kalabalıklar.
Aylak Adam Kitap Özeti ve İncelemesi
AYLAK ADAM
Kitap Özeti:
Kitap Özeti:
C. paralı, yalnız ve sıkıntılı bir gençtir. Belirli bir işi yoktur. Hazır yer. Aylaktır. Her sabah işe gider gibi evden çıkar. Öğleye kadar arkadaşı ressam Sadık’ın atölyesinde, öğleden sonra başka bir yerde vakit öldürür.
Bir gece sokakta iki terziden dayak yer. Çenesinden yaralanır. Bu yüzden beş gün sokağa çıkamaz. Altıncı gün doğru Sadık’ın atölyesine gider. Onu merak ve sitemle karşılarlar. Öğrencilerden Sami C’nin resmini çizmektedir. C. için sıkıcı bir iştir bu ya, yine de vazgeçmez.
Bir şey aramaktadır. Hayatını bağlayacak, onu mutlu edecek, aylaklıktan kurtaracak bir şey… Ama bulduğu an ondan kaçar. Nitekim, tanıştığı kadınlardan her seferinde bir bahane ile ayrılır. Günlerini lokantalarda, koltuk meyhanelerinde, sinemalarda geçirir. Sık sık kendi iç dünyasına döner. Çevresini, insanları, geçmişini, çocukluğunu düşünür. Özellikle çocukluğunu bir türlü kafasından atamaz. Annesi, küçükken ölmüş, onun yerini teyzesi almıştır. Bundan ötürü, tanıştığı kadınlarda sevgiliden çok annesini (teyzesini) arar. Bilinçaltı bir tutkuyla bağlıdır ona. Bu yüzden, öteki kadınlarla anlaşamaz, sürekli bir ilişki kuramaz. Kısa zamanda onlardan ayrılır. Cinsel isteklerini bilinçaltına atar. Gerçi yirmi sekiz yaşındadır, ama hala ana kucağındaki bebek gibidir. Bir gün Ayşe adlı bir kızla tanışır, arkadaş olurlar. Gelgelelim, onu birinin yanında giderken görünce bozulur. Ayşe de kendisini görmüş ve kızarmıştır. Oysa, yanındaki adam sevgilisi değil, iş arkadaşıdır. C. kızarmasından Ayşe’nin suçlu olduğunu çıkarır. Uzun süre aramaz. Bir yılbaşı gecesi yalnızlıktan bunalır. Yiyecek bir şeyler alarak Ayşe’nin evine yollanır. Cebinde anahtarı vardır. Kapıyı açıp içeri girer. Biraz içki içer, bekler. Ayşe gelmeyince çıkıp gider. Aslında oraya onu bulamıyacağını bilerek gitmiştir. Nitekim, bulamayınca bayağı sevinir.
Bir gün, Karaköy’de pastanede otururken, yoldan geçen bir kızı görerek beğenir. Günlerce onu izler. Kız C’ye merak ve beğeniyle bakar. Yolunu uzatarak, onunla konuşma imkanları yaratır. C ise heyecanlı yürüyüşleri konuşmaya yeğ tutar. Sanki onunla konuşursa tılsım bozulacaktır. Sonunda bir gün buluşmaya karar verirler. C. Taksim’deki bir kahvede oturur. Ama hala ikilemdedir. İlk günlerdeki heyecanı sönmüştür. Kızı bekletmekten zevk duymaktadır. Yine de dayanamaz, kalkıp randevu yerine gider.
Kız her buluşmadan sonra, uzak bir kasabada bulunan arkadaşı B.ye serüvenini ayrıntılarıyla yazar. Ardından hayaller kurar, evlenmeyi düşünür. Oysa C. evlilikten hoşlanmayan bir insandır. Her akşam evine dönen eli paketli erkeklerden nefret eder.
Sıcaklar iyice artınca C. yazlık bir pansiyona taşınır. Orada eski sevgilisi Ayşe’yle karşılaşır. Büyük bir tutkuyla birbirlerine yaklaşırlar. Sevişirler. Fakat yazın sonuna doğru ikisi de tedirginleşir. Durmadan bir şeyin olmasını beklerler, ama bekledikleri nedir, çıkaramazlar, öte yandan, bazı şeylerin bittiğini de sezmekten geri durmazlar. Ayşe uzun uzun düşünür. C’yi sevdiğini, ama yeterince tanıyamadığını, aralarında görünmeyen bir duvar bulunduğunu anlar. Bir gün yatakta C’ye kadın bacaklarına neden çok düşkün olduğunu sorar. C. bu soruya karşılık çocukluk günlerini anlatır : Annesi bir yaşında iken ölmüştür. Babası sert ve soğuk bir adamdır. C’yi teyzesi büyütmüştür. Onu dizine yatırmış, okşamış, burnundan öpmüştür. Bu, mavi gözlü, güzel bacaklı, şefkatli bir kadındır. C. onu bilinçsizce sevmektedir. Bir gün babasını teyzesinin bacaklarını okşarken görür. Hemen üzerine atılır. Babası onu kulağından yakalayarak yere çalar. Teyzesi onu yerden kaldırır, babasına öfkeyle bağırır. Bundan dolayı C. babasından tiksinir. Ona benzemeyeceğine ant içer. Büyüyünce babası gibi bıyık bırakmayacak, göbeğini şişirmiyecek, komisyonculuk yapmayacaktır…
Mevsimin sonlarına doğru C’nin Ayşe ile ilişkisi bir çözüme bağlanır : C. artık ayrılmayı kurar. Ayşe de aynı karara varmıştır. C’den önce davranır. Yakında babası İtalya’dan dönecektir. Bir gün masaya bir pusula bırakarak çekip gider. C. pusulayı okuyunca enikonu hafifler. Havalar serinlediğinden o da şehirdeki evine göçer.
Yine eski yaşantısı başlar. İçinde yine büyük bir boşluk vardır. Sevgi bile onu yalnızlıktan kurtaramamıştır. Sıkıntısı gittikçe yoğunlaşır.
Bir gün sokakta mavi yağmurluklu bir kadın görür. Birden şakağındaki ağrı durur. Aradığı odur. Ardından gider. Kadın otobüse biner. C. koşarsa da yetişemez. Aceleden bir taksinin önüne atlar. Şoför sinirlenerek ona küfreder. C. adama yumruk atarak burnunu kırar. Elleri kana bulanır. Bu arada polis gelir. C. direnmez. Aradığı kadını bulmuş ve hemen kaybetmiştir. Artık bir daha da bulamayacaktır. Her şey bitmiştir...
Kitap Hakkında Yorumlar ve Yargı
«Romancılarımızın çoğunun dilleri temiz, ama üslupları yok, dili kendilerine özgü kullanışları, yoğuruşları yok. Atügan’da bu var. Ortalama bir aydın dilini sürdürmekle yetinmiyor, kendi üslubunu bulmuş. Romanda ayrıntıları, çağrışımları, bir anlık saptamaları çok iyi kullanmış Atılgan. Aylak Adam’ın kişiliğinde, Sadık’ın deyimiyle, ‘Bütün değerlerini yitirmiş, dayanacak bir şey’ arayan, henüz yolunu bulamamış aydın gençliğin tipik bir örneğini buluyoruz. Atılgan, toplumsal nedenlere inmeden, bu nedenlerin sonucunu, belirtilerini göstermekle yetinmiş. Aylak Adam’ın neden çıkmazdan kurtulamayacağını, neden mutluluğa eremeyeceğini sezmeyi okura bırakmış.»
Uzun Hikaye Kitap Özeti ve İncelemesi
UZUN HİKAYE
Kitap Özeti:
Mustafa Kutlu’nun Türk Edebiyatı Klasikleri arasına giren kitabı olan Uzun Hikaye aslında kısa bir kitap fakat anlattıklarından uzun bir hikaye çıkıyor.
Mustafa’nın gözünden anlatılan hikayenin ana karakteri olan Ali dürüst, namuslu ve hep haktan eşiklikten yana olmuş biridir. Münire isminde bir kızı sever fakat abileri kızı ona vermezler. Bir gün Münire’yi bu yüzden döverler. Onu morarmış bir yüzle gören Ali birlikte kaçmayı önerir ve Münire kabul eder. O günden sonra tren ile yolculuk yaparlar ve kader onları hangi durakta indirirse kısa süreliğine hayatlarına orada devam ederler.
Mustafa 6 yaşında iken tren şefinin yardımı ile eski bir tren vagonunu eve çevirirler. Ali burada okulda işe başlar fakat müdürü çok kötü bir adamdır. Yine de Ali ailesi ile güzel zaman geçirir. Bir gün karısı yeniden hamile kalır ve Ali buna çok sevinir. Fakat Ali’nin okulda yarattığı bahçeyi okul müdürü herkesle paylaşmak yerine sadece kendi keyfi için kullanınca Ali bir gece gizlice bahçeye gider ve tüm sebzeleri toplayıp okuldaki öğrencilerin ailelerine eşit dağıtır. Fakat o gece Münire uyandığında Ali’yi göremeyince panikler ve erkek doğum başlar. Ali de olmayınca Münire’nin durumu kötüleşir ve fazla kan kaybından hayata veda eder. Bunun üzerine Ali oğlunu da alıp yeniden tren yolculuğuna başlar.
Kısa süreli birkaç kasaba gezdikten sonra Ali ve oğlu Mustafa yeni bir yerde yuva bulurlar. Ali çok sevdiği daktilosu ile Emin Efendinin kıraathanesinin bir köşesinde insanların dilekçelerini yazarak geçimini sürdürür. Adamlığı ile yine herkesin sevgisini kazanır. Mustafa da artık 15 yaşındadır ve kemik erimesinden dolayı yürüyemeyen bir arkadaşı vardır. İkisi de aynı kıza aşık olurlar fakat Mustafa arkadaşını üzmemek için duygularını gizler. Dahası arkadaşına bu konuda yardım eder ve onun adına kızla konuşur. Kız gerçeği anlamasına rağmen o da açılamaz ve Mustafa bu yüzden acısını arkadaşının mutluluğu ile bastırır. Bu sırada bela yine Ali’yi bulur. İşler ilerleyince kıraathanenin yanındaki boşluğa kulübe şeklinde ufak bir dükkan yaparlar fakat belediye sorun çıkartır. Eski eşkıya şimdi zabıta olmuştur ve bunu güç kavgası olarak görür. Kanunsuz bir şekilde kulübeyi yıkarlar ve Ali’yi de oğlunu kaçırmakla tehdit ederler. Bunun üzerine Ali oğlunu da alıp yeniden yollara düşer.
Yine kasaba kasaba dolaştıktan sonra Ali ve artık büyümüş olan Mustafa kitap okuma oranı düşük ufak bir kasaba kitapçı açarak hayatlarına devam ederler. Mustafa aşkını ve en iyi arkadaşını bırakmak zorunda kaldığı için babasına kızgındır. Fakat gerçeği öğrendiğinde bu kez birlikte kaçmak yerine mücadele etmek için birbirlerine söz verirler. Bunun üzerine Ali oğlundan güç alarak gazetede yazmaya başlar. Çok geçmeden bela yine onları bulur. Mustafa kasabanın savcısının kızına aşık olur. Baba da buna karşı çıkar. Mustafa vazgeçmeyince savcı Ali’yi gazetede yazdığı bir yazıdan dolayı tutuklattırır ve mahkemenin uzaması için de elinden geleni yapar.
Mustafa artık babasından uzaktadır ve sevdiği kızı da görememektedir. O da babasının yolunda gitmeye karar verir ve sevdiği kıza birlikte kaçmak için teklif götürür. Babasına da son kez veda etmek için hapishaneye gider. Babası ona canı gibi sevdiği daktilosunu hediye eder ve doğru yolda olduğunu söyler. Mustafa savcının kızını kaçırıp trene binerek gider. İlk durakları ise bir zamanlar annesi ile yuvaya dönüştürdükleri eski tren vagonudur…
Kitap Özeti:
Mustafa Kutlu’nun Türk Edebiyatı Klasikleri arasına giren kitabı olan Uzun Hikaye aslında kısa bir kitap fakat anlattıklarından uzun bir hikaye çıkıyor.
Mustafa’nın gözünden anlatılan hikayenin ana karakteri olan Ali dürüst, namuslu ve hep haktan eşiklikten yana olmuş biridir. Münire isminde bir kızı sever fakat abileri kızı ona vermezler. Bir gün Münire’yi bu yüzden döverler. Onu morarmış bir yüzle gören Ali birlikte kaçmayı önerir ve Münire kabul eder. O günden sonra tren ile yolculuk yaparlar ve kader onları hangi durakta indirirse kısa süreliğine hayatlarına orada devam ederler.
Mustafa 6 yaşında iken tren şefinin yardımı ile eski bir tren vagonunu eve çevirirler. Ali burada okulda işe başlar fakat müdürü çok kötü bir adamdır. Yine de Ali ailesi ile güzel zaman geçirir. Bir gün karısı yeniden hamile kalır ve Ali buna çok sevinir. Fakat Ali’nin okulda yarattığı bahçeyi okul müdürü herkesle paylaşmak yerine sadece kendi keyfi için kullanınca Ali bir gece gizlice bahçeye gider ve tüm sebzeleri toplayıp okuldaki öğrencilerin ailelerine eşit dağıtır. Fakat o gece Münire uyandığında Ali’yi göremeyince panikler ve erkek doğum başlar. Ali de olmayınca Münire’nin durumu kötüleşir ve fazla kan kaybından hayata veda eder. Bunun üzerine Ali oğlunu da alıp yeniden tren yolculuğuna başlar.
Kısa süreli birkaç kasaba gezdikten sonra Ali ve oğlu Mustafa yeni bir yerde yuva bulurlar. Ali çok sevdiği daktilosu ile Emin Efendinin kıraathanesinin bir köşesinde insanların dilekçelerini yazarak geçimini sürdürür. Adamlığı ile yine herkesin sevgisini kazanır. Mustafa da artık 15 yaşındadır ve kemik erimesinden dolayı yürüyemeyen bir arkadaşı vardır. İkisi de aynı kıza aşık olurlar fakat Mustafa arkadaşını üzmemek için duygularını gizler. Dahası arkadaşına bu konuda yardım eder ve onun adına kızla konuşur. Kız gerçeği anlamasına rağmen o da açılamaz ve Mustafa bu yüzden acısını arkadaşının mutluluğu ile bastırır. Bu sırada bela yine Ali’yi bulur. İşler ilerleyince kıraathanenin yanındaki boşluğa kulübe şeklinde ufak bir dükkan yaparlar fakat belediye sorun çıkartır. Eski eşkıya şimdi zabıta olmuştur ve bunu güç kavgası olarak görür. Kanunsuz bir şekilde kulübeyi yıkarlar ve Ali’yi de oğlunu kaçırmakla tehdit ederler. Bunun üzerine Ali oğlunu da alıp yeniden yollara düşer.
Yine kasaba kasaba dolaştıktan sonra Ali ve artık büyümüş olan Mustafa kitap okuma oranı düşük ufak bir kasaba kitapçı açarak hayatlarına devam ederler. Mustafa aşkını ve en iyi arkadaşını bırakmak zorunda kaldığı için babasına kızgındır. Fakat gerçeği öğrendiğinde bu kez birlikte kaçmak yerine mücadele etmek için birbirlerine söz verirler. Bunun üzerine Ali oğlundan güç alarak gazetede yazmaya başlar. Çok geçmeden bela yine onları bulur. Mustafa kasabanın savcısının kızına aşık olur. Baba da buna karşı çıkar. Mustafa vazgeçmeyince savcı Ali’yi gazetede yazdığı bir yazıdan dolayı tutuklattırır ve mahkemenin uzaması için de elinden geleni yapar.
Mustafa artık babasından uzaktadır ve sevdiği kızı da görememektedir. O da babasının yolunda gitmeye karar verir ve sevdiği kıza birlikte kaçmak için teklif götürür. Babasına da son kez veda etmek için hapishaneye gider. Babası ona canı gibi sevdiği daktilosunu hediye eder ve doğru yolda olduğunu söyler. Mustafa savcının kızını kaçırıp trene binerek gider. İlk durakları ise bir zamanlar annesi ile yuvaya dönüştürdükleri eski tren vagonudur…
Beyaz Geceler Kitap Özeti ve İncelemesi
BEYAZ GECELER
Kitap Özeti:
Hikayenin ana karakteri olan yazar sekiz yıldır Petersburg’da yaşamasına rağmen hiç arkadaşı olmayan birisidir. Ama o bunu kendine pek dert etmemektedir. Çünkü tüm Petersburg sokaklarının kendisine ait olduğunu düşünmekte olan bir hayalcidir. Her gün saatlerce Petersburg sokaklarında gezer ve insanları, binaları izler. Petersbug’da kendine ait köşeler seçer ve saatlerce buralarda tek başına hiç ayrılmadan oturur. Petersburg’daki insanlar onun her şeyidir. Onlar mutlu ve neşeliyse o da mutlu ve neşelidir onlar hüzünlüyse o da hüzünlüdür. Yaz gelince herkes yazlıklara gittiğinde sokakların bomboş kalması onu hüzünlü bir ruh yapısına sokar. Üç gün boyunca Petersburg’da oradan oraya dolaşır durur.
Ertesi gün yine böyle dolaşırken birden şehrin dışına çıktığını fark eder. Geri dönmek yerine kırlara ve ormanlara doğru yürür. Neşesi ve keyfi yerine gelmeye başlar. Gece yarısına kadar dolaşır.Evine dönerken nehir kenarında bir kızın parmaklıklara dayanarak ağladığını görür. Kadınlarla arası iyi olmamasına rağmen kıza yaklaşarak seslendi. Kız yazarın farkına varınca hemen oradan uzaklaşmaya başladı. Yazar da kızın peşinden gitmeye başladı ancak bir süre sonra bıraktı. Tam bu sırada kızın peşine başka bir adam takıldı ve kızın kolundan yakaladı. Yazar hemen devreye girerek kızı adamın elinden kurtardı ve evine kadar kıza eşlik etti. Bu sırada kız yazardan hoşlanmaya başlar.
Yazar da kızdan çok etkilenmiştir ve onun niçin ağladığını öğrenmek ister. Kız da onu daha yakından tanıdığı takdir de belki sorununun ne olduğunu söyleyebileceğini diyerek adamın hikayesini dinlemek için ertesi gün buluşmaya karar verir. Buna en çok yazar sevinir. İlk defa bir kadınla bu kadar yakın olarak konuşmuştur ve ertesi gün için ondan randevu almıştır. Yazar tüm gün boyunca akşamın gelmesini sabırsızlıkla bekler. Gece sözleştikleri gibi buluşurlar. Kız buluştuklarında yazarın hikayesini dinlemeye başlamadan önce onun kendisine aşık olmamasını ister. Aksi takdirde onunla arkadaşlığını bitirmek zorunda kalacağını söyler.
Yazar bunu hemen kabul eder ve hikayesini anlatmaya başlar. Ona ne kadar yalnız olduğunu, nasıl bir hayalci olduğunu, yani her şeyi olduğu gibi anlatır. Kız yazarın hikayesini dinleyip de içinde bulunduğu durumu öğrenince yazara kendisinin onu asla bırakmayacağını söyler. Aslında Nastenka’nın durumu da yazarınkinden pek de farklı değildir. O da en az onun kadar yalnız biridir. Nastenka ninesiyle birlikte kalmaktadır.
Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Yaptığı bir yaramazlıktan dolayı ninesi onu iki yıldır kendi eteğine ilikleyerek bir yere gitmesini engellemiştir. Bu nedenle o da çok büyük bir yalnızlık içindedir. Ninesi kör olduğu için devemlı olarak tüm gününü ona kitap okuyarak ya da örgü olarak geçirmektedir. Kızın ninesinin tavan aralı küçük, eski ve ahşap bir evi vardır. Tavan arasını kiraya vermektedirler. Bir gün tavan arasını taşralı biri kiralar. Nastenka adama aşık olur. Kiracı bir gün ayrılıp Moskova’ya gideceğini söylediğinde Nastenka onu da götürmesi için kiracıya yalvarır. Kiracıysa fakir biri olduğunu, onu o an için Moskova’ya götüremeyeceğini ve evlenemeyeceğini, tam bir yıl sonra geri döneceğini, döndüğünde o da isterse ondan başkasıyla evlenmeyeceğini söyler ve ertesi gün ayrılır.
Yazarın Nastenka’yla karşılaştığı gün bir yıl dolmuştur fakat kiracı sözünde durmayarak gelmemiştir. Yazar kızı teselli etmek için ona bir mektup yazmasını ister. Kız yazdığı mektubu yazara vererek ondan mektubu ona iletmesini ister. Yazar mektubu kızın verdiği adrese teslim eder ama iki gün boyunca bir cevap gelmez. Bu arada yazar da kıza aşık olmuştur ama onu kaybetmek istemediği için bunu söyleyemez. İki gün boyunca kiracıdan bir mektubun gelmemesi kızı çok üzer. Yazar kızın bu üzüntüsü karşısında kendisini daha fazla tutamaz ve onu sevdiğini söyler. Kız ilk başta çok şaşırır. Ama kiracı gelmeyerek onun sevgisini hiçe saymıştır. Böyle bir adamın sevgisini hakketmediğini düşünür. Kendini seven ve değer veren biri varken neden başkasını beklediğine bir anlam veremez ve o da yazarı sevdiğini söyler. İkisi beraber Petersburg sokaklarında mutlulk içinde dolaşmaya ve evlilik hayalleri kurmaya başlarlar. Petersburg sokaklarında el ele dolaşırlarken karanlıkta bir adam görürler. Adam bunlara yaklaştığında Nastenka birden durur. Adam yavaşça onlara yaklaşır ve Nastenka’ya seslenir. Nastenka hemen ona koşar ve el ele tutuşarak karanlık içinde kaybolurlar.
Ertesi gün Nastenka yazara bir mektup gönderir ve ondan özür dileyerek onu affetmesini ister. Mektupta bir hafta içinde evleneceklerini, eşini onunla tanıştırmak istediğini ve ölene kadar onunla arkadaş kalmak istediğini söyler. Yazar Nastenka’ya kızamaz. Ona yaşatmış olduğu dört gün için Nastenka’ya minnettardır.
Kahraman Değerlendirmeleri:
Baş kahraman yalnız adamdır. Fiziki özelliklerinden pek fazla bahsedilmemiştir. Genelde ruhsal özelliklerinden bahsedilmiştir. Yalnız, içine kapanık, hayalperest, mutsuz,kadınlara hiç yaklaşmamış bir insandır. İçindeki yalnızlığı, binalar vb. cansız varlıklarla gidermeye çalışan kendisine hiç güveni olmayan bir adamdır. Yalnız adam içine kapanık olduğu kadar fedakardır da. NASTENKA Esmer, on yedisine yeni girmiş güzel bir genç kızdır. Dostoyevski, Nastenka’nın fiziki özelliklerini pek fazla anlatmamıştır. Davranışlarında tutarsız, karar vermekte zorlanan kültür seviyesi düşük bir kızdır.
Kitap Özeti:
Hikayenin ana karakteri olan yazar sekiz yıldır Petersburg’da yaşamasına rağmen hiç arkadaşı olmayan birisidir. Ama o bunu kendine pek dert etmemektedir. Çünkü tüm Petersburg sokaklarının kendisine ait olduğunu düşünmekte olan bir hayalcidir. Her gün saatlerce Petersburg sokaklarında gezer ve insanları, binaları izler. Petersbug’da kendine ait köşeler seçer ve saatlerce buralarda tek başına hiç ayrılmadan oturur. Petersburg’daki insanlar onun her şeyidir. Onlar mutlu ve neşeliyse o da mutlu ve neşelidir onlar hüzünlüyse o da hüzünlüdür. Yaz gelince herkes yazlıklara gittiğinde sokakların bomboş kalması onu hüzünlü bir ruh yapısına sokar. Üç gün boyunca Petersburg’da oradan oraya dolaşır durur.
Ertesi gün yine böyle dolaşırken birden şehrin dışına çıktığını fark eder. Geri dönmek yerine kırlara ve ormanlara doğru yürür. Neşesi ve keyfi yerine gelmeye başlar. Gece yarısına kadar dolaşır.Evine dönerken nehir kenarında bir kızın parmaklıklara dayanarak ağladığını görür. Kadınlarla arası iyi olmamasına rağmen kıza yaklaşarak seslendi. Kız yazarın farkına varınca hemen oradan uzaklaşmaya başladı. Yazar da kızın peşinden gitmeye başladı ancak bir süre sonra bıraktı. Tam bu sırada kızın peşine başka bir adam takıldı ve kızın kolundan yakaladı. Yazar hemen devreye girerek kızı adamın elinden kurtardı ve evine kadar kıza eşlik etti. Bu sırada kız yazardan hoşlanmaya başlar.
Yazar da kızdan çok etkilenmiştir ve onun niçin ağladığını öğrenmek ister. Kız da onu daha yakından tanıdığı takdir de belki sorununun ne olduğunu söyleyebileceğini diyerek adamın hikayesini dinlemek için ertesi gün buluşmaya karar verir. Buna en çok yazar sevinir. İlk defa bir kadınla bu kadar yakın olarak konuşmuştur ve ertesi gün için ondan randevu almıştır. Yazar tüm gün boyunca akşamın gelmesini sabırsızlıkla bekler. Gece sözleştikleri gibi buluşurlar. Kız buluştuklarında yazarın hikayesini dinlemeye başlamadan önce onun kendisine aşık olmamasını ister. Aksi takdirde onunla arkadaşlığını bitirmek zorunda kalacağını söyler.
Yazar bunu hemen kabul eder ve hikayesini anlatmaya başlar. Ona ne kadar yalnız olduğunu, nasıl bir hayalci olduğunu, yani her şeyi olduğu gibi anlatır. Kız yazarın hikayesini dinleyip de içinde bulunduğu durumu öğrenince yazara kendisinin onu asla bırakmayacağını söyler. Aslında Nastenka’nın durumu da yazarınkinden pek de farklı değildir. O da en az onun kadar yalnız biridir. Nastenka ninesiyle birlikte kalmaktadır.
Anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Yaptığı bir yaramazlıktan dolayı ninesi onu iki yıldır kendi eteğine ilikleyerek bir yere gitmesini engellemiştir. Bu nedenle o da çok büyük bir yalnızlık içindedir. Ninesi kör olduğu için devemlı olarak tüm gününü ona kitap okuyarak ya da örgü olarak geçirmektedir. Kızın ninesinin tavan aralı küçük, eski ve ahşap bir evi vardır. Tavan arasını kiraya vermektedirler. Bir gün tavan arasını taşralı biri kiralar. Nastenka adama aşık olur. Kiracı bir gün ayrılıp Moskova’ya gideceğini söylediğinde Nastenka onu da götürmesi için kiracıya yalvarır. Kiracıysa fakir biri olduğunu, onu o an için Moskova’ya götüremeyeceğini ve evlenemeyeceğini, tam bir yıl sonra geri döneceğini, döndüğünde o da isterse ondan başkasıyla evlenmeyeceğini söyler ve ertesi gün ayrılır.
Yazarın Nastenka’yla karşılaştığı gün bir yıl dolmuştur fakat kiracı sözünde durmayarak gelmemiştir. Yazar kızı teselli etmek için ona bir mektup yazmasını ister. Kız yazdığı mektubu yazara vererek ondan mektubu ona iletmesini ister. Yazar mektubu kızın verdiği adrese teslim eder ama iki gün boyunca bir cevap gelmez. Bu arada yazar da kıza aşık olmuştur ama onu kaybetmek istemediği için bunu söyleyemez. İki gün boyunca kiracıdan bir mektubun gelmemesi kızı çok üzer. Yazar kızın bu üzüntüsü karşısında kendisini daha fazla tutamaz ve onu sevdiğini söyler. Kız ilk başta çok şaşırır. Ama kiracı gelmeyerek onun sevgisini hiçe saymıştır. Böyle bir adamın sevgisini hakketmediğini düşünür. Kendini seven ve değer veren biri varken neden başkasını beklediğine bir anlam veremez ve o da yazarı sevdiğini söyler. İkisi beraber Petersburg sokaklarında mutlulk içinde dolaşmaya ve evlilik hayalleri kurmaya başlarlar. Petersburg sokaklarında el ele dolaşırlarken karanlıkta bir adam görürler. Adam bunlara yaklaştığında Nastenka birden durur. Adam yavaşça onlara yaklaşır ve Nastenka’ya seslenir. Nastenka hemen ona koşar ve el ele tutuşarak karanlık içinde kaybolurlar.
Ertesi gün Nastenka yazara bir mektup gönderir ve ondan özür dileyerek onu affetmesini ister. Mektupta bir hafta içinde evleneceklerini, eşini onunla tanıştırmak istediğini ve ölene kadar onunla arkadaş kalmak istediğini söyler. Yazar Nastenka’ya kızamaz. Ona yaşatmış olduğu dört gün için Nastenka’ya minnettardır.
Kahraman Değerlendirmeleri:
Baş kahraman yalnız adamdır. Fiziki özelliklerinden pek fazla bahsedilmemiştir. Genelde ruhsal özelliklerinden bahsedilmiştir. Yalnız, içine kapanık, hayalperest, mutsuz,kadınlara hiç yaklaşmamış bir insandır. İçindeki yalnızlığı, binalar vb. cansız varlıklarla gidermeye çalışan kendisine hiç güveni olmayan bir adamdır. Yalnız adam içine kapanık olduğu kadar fedakardır da. NASTENKA Esmer, on yedisine yeni girmiş güzel bir genç kızdır. Dostoyevski, Nastenka’nın fiziki özelliklerini pek fazla anlatmamıştır. Davranışlarında tutarsız, karar vermekte zorlanan kültür seviyesi düşük bir kızdır.
Fareler ve İnsanlar Kitap Özeti ve İncelemesi
FARELER VE İNSANLAR
Kitap Özeti:
Kişiler:
George: Çiftliklerde işçi olarak çalışan işçi Lennie’nin en yakın arkadaşıdır. Dostluk, arkadaşlık duygularına büyük önem vermektedir. Lennie’ye her zaman yardım eder.
Lennie: George’un en iyi arkadaşıdır. Bir çocuğun zekâsına sahiptir. Saf ama çok güçlü biridir.
Candy: Tek kolu yoktur. Çiftliğin yaşlılarındandır.
Curley: Çiftlik sahibinin oğludur. Kendini beğenir. İnsanlara küçümseyici gözle bakan birisidir.
Crooks: Çiftlikteki seyistir. Zencidir. Zenci olduğundan dolayı, diğer İnsanlar tarafından dışlanır.
Kitap Özeti:
Sıcak bir günün akşamında iki arkadaş -biri ufak tefek, diğeri iri yarı- çalışıp para kazanmak amacıyla Kaliforniya’nın Salinas Vadisi’ndeki bir çiftliğe doğru gider. Otobüs şoförü tembellik edip kendilerini çiftliğin beş kilometre kadar berisinde indirdiği için kalan yolu sıcakta yürümek zorunda kalırlar.
İki arkadaştan iri yarı olanın adı, Lennie’dir. Lennie, zeka özürlüdür, görünüşü kocaman bir adam gibidir, fakat küçücük bir çocuğun zekasına sahiptir. Bir boğa kadar da güçlüdür. Fare, tavşan, köpek gibi hayvanları yumuşak tüylerinden dolayı okşamayı, mıncıklamayı sever, ancak güçlü parmaklarıyla farkında olmadan onları öldürür. Daha önce kuzeyde bir çiftlikte, sokaktan geçen bir kızın elbisesini okşamak istemiş, kız kaçmaya çalışınca da Lennie tıpkı fare gibi kıza yapışmış, kız çığlığı basınca da kasabada ne kadar erkek varsa peşlerine düşmüş, bu yüzden bütün bir geceyi sulama kanalında geçirmişlerdir. George, zeka özürlü arkadaşını tehlikelerden korumaya çalışır, ona kol kanat gerer, fakat başları sürekli belaya girer.
Çiftliğe doğru yürürlerken George, Lennie’nin elindeki ölü fareyi görür, fareyi alır, fundalıkların arasına fırlatır. Salinas Nehri’nin kıyısında durup yemeklerini yerler. George tek başına daha rahat bir yaşam sürecekken, Lennie yüzünden başına sürekli belalar gelmiş. Omuzlarında özürlü bir insanı taşımanın ağırlığını duyar. Arkadaşının kendi başına yaşayamayacağını bildiği için yatışır.
George, yarın kendisi patronla konuşurken Lennie’nin susmasını ister. Çünkü Lennie konuşacak olursa, aklının kıt olduğu açığa çıkacak ve patron kendilerini işçi olarak almaktan vazgeçecektir. George bundan korktuğu için, ne olursa olsun konuşmaması konusunda Lennie’ye sıkı sıkı tembih verir. Lennie, arkadaşından birlikte kurdukları hayallerini anlatmasını ister. Bir gün parayı denkleştirip küçük bir ev satın alacaklar, kendi tarlaları olacak, burada hayvanlar besleyeceklerdir. George, Lennie’ye eğer başı derde girecek olursa buraya gelip fundalıkların arasına saklanmasını sıkıca tembihler.
Akşam varmaları gereken çiftliğe, ertesi sabah varırlar. Candy adındaki yaşlı bir adam kendilerini işçilerin kaldığı yatakhaneye götürür. Bir süre sonra patron gelir, çiftliğe niçin zamanında gelmediklerini sorar. Lennie’ye sorduğu sorulara George’un yanıt vermesi patronun dikkatini çeker. George, arkadaşının pek zeki olmadığını, ancak bir boğa kadar güçlü olduğunu belirtir. Patron, kendisine bir oyun oynandığını, George’un bu adamın parasını yediğini düşünür. George, Lennie’nin kuzeni olduğunu, annesi öldükten sonra ona kendisinin göz kulak olduğunu söyler.
Bir süre sonra patronun oğlu Curley içeri girer. Kendisi ufak tefek biri olduğundan iri cüsseli birini görmeye dayanamaz. Lennie’ye soru sorar, yanıtını alamayınca sinirlenir. George, sorun çıkmasın diye soruları kendisi yanıtlar. Patronun oğlundan hiç hoşlanmaz. Yaşlı temizlikçi Candy, patronun oğlu hakkında bilgi verir. Onun usta bir boksör olduğunu, kendisinden iri birini görmeye dayanamadığını, iki hafta önce oynak bir kadınla evlendiğini söyler. George, Lennie’nin çok güçlü olduğunu, Curley’nin Lennie’ye bulaşmamasını söyler. George, bu adamın başlarına bela olacağını hisseder, Lennie’yi Curley’den uzak durması konusunda uyarır. Başına kötü bir şey gelecek olursa, nehir kıyısındaki fundalıklara saklanması gerektiğini hatırlatır. Dışarıdan arpa ekiplerini taşıyan arabaların gürültüsü gelir.
Yatakhanenin kapısında Curley’nin karısı görünür. Rujlu dolgun dudakları, boyanmış gözleri, kırmızı ojeli tırnakları ve işveli tavırlarıyla Curley’yi aradığını söyler. Amacı çiftliğe yeni gelen işçilerle tanışmaktır. Lennie, gözlerinin kadından alamaz. George, arkadaşını bu kadından uzak durması konusunda uyarır.
Yatakhanenin kapısında Curley’nin karısı görünür. Rujlu dolgun dudakları, boyanmış gözleri, kırmızı ojeli tırnakları ve işveli tavırlarıyla Curley’yi aradığını söyler. Amacı çiftliğe yeni gelen işçilerle tanışmaktır. Lennie, gözlerinin kadından alamaz. George, arkadaşını bu kadından uzak durması konusunda uyarır.
Arabacı Slim, yatakhaneye gelir; ağırbaşlı, otoriter, olgun, güzel ve etkili konuşan bir adamdır. George, Slim’le tanışır. George ve Lennie, Slim’in ekibinde arpa yükleme işinde çalışacaklardır. George, Slim’e arkadaşı Lennie’nin kafasının pek çalışmadığını, fakat çok güçlü olduğunu, iki adamın kaldıramadığı arpa çuvallarını kolaylıkla kaldırabildiğini söyler.
Yatakhaneye Carlson adında bir işçi gelir, Slim’in köpeğinin yavruladığını söyler. Carlson, Candy’nin köpeğinin iyice yaşlandığını, çok pis koktuğunu, dişlerinin döküldüğünü, gözlerinin görmediğini, pis kokusunun yatakhaneye sindiğini söyler. Yaşlı adamın ikna edilip bu köpeğin vurulmasını ister. Lennie, yavru köpekler sözünü duyunca çok heyecanlanır, George’tan bu yavrulardan birini kendisine almasını ister.
Yatakhaneye Carlson adında bir işçi gelir, Slim’in köpeğinin yavruladığını söyler. Carlson, Candy’nin köpeğinin iyice yaşlandığını, çok pis koktuğunu, dişlerinin döküldüğünü, gözlerinin görmediğini, pis kokusunun yatakhaneye sindiğini söyler. Yaşlı adamın ikna edilip bu köpeğin vurulmasını ister. Lennie, yavru köpekler sözünü duyunca çok heyecanlanır, George’tan bu yavrulardan birini kendisine almasını ister.
Slim, arpa çuvallarını kolaylıkla taşıyan Lennie’den etkilenir. Onun kadar güçlü bir işçi görmemiştir. George, arkadaşı hakkında Slim’e bilgi verir. Lennie’nin kuş beyinli olduğunu, fakat deli olmadığını, kimseye bir zararının dokunmadığını, Clara teyzenin onu bebekken evlatlık aldığını, teyzesi öldükten sonra da çiftliklerde beraber çalıştıklarını anlatır. Konuşma sırasında, son olarak Weed’de çalışırlarken Lennie’nin başını belaya soktuğunu ağzından kaçırır. Slim’e güvendiği için olan biteni anlatır. Lennie’nin sokaktan geçen kırmızı elbiseli bir kızı gördüğünü, sırf yumuşak mı diye merakından kızın elbisesine dokunmak istediğini, kız çığlık atınca da elbiseye yapıştığını anlatır. Lennie’nin güçlü parmaklarını açıp kızı kurtarmak hiç de kolay olmamıştır. George, arkadaşının kafasına bir çit kazığıyla vurmuş ve kızı kurtarmıştır. Tabi kız doğru polise gitmiş, kasabanın tüm erkekleri peşlerine düşmüştür. Gün boyunca sulama kanalında saklanmak zorunda kalmış, sonra da kaçmışlardır.
Slim, yavru köpeklerden birini Lennie’ye verir. Lennie, çocuk gibi sevinir; yavru köpeklerden birini yatakhaneye getirir. George buna izin vermez. Köpeği hemen anasının yanına ahıra götürmesini söyler. Lennie, geceyi ahırda köpeklerin yanında geçirir.
Carlson, Candy’nin yaşlı köpeğinin çok kötü koktuğunu söyler, onu öldürmesi için izin ister. Slim’in köpeğinin yavruladığını, yavrulardan birini alıp büyütmesini söyler. Candy, köpeğine çok alıştığını söyler, itiraz eder. Slim de yaşlı köpeğin öldürülmesinin doğru olacağını belirtir. Carlson, leş gibi kokan bir itle aynı yerde yatamayacağını söyler, tabancasını alır, yaşlı köpeği dışarı çıkarır. Bir süre sonra bir el silah sesi duyulur. Candy, yatağına uzanır, arkasını döner, duvara bakarak sessizce uyur.
Zenci seyis Crooks, iri adamın ahırda yavru köpekleri mıncıkladığını, onlara zarar vereceğini söyler. Lennie, yatakhaneye geldiğinde, George ona köpekleri mıncıklamaması gerektiğini söyler. Lennie, arkadaşından hayallerini anlatmasını ister. George anlatmaya başlar; biraz para biriktirince küçük bir ev ve tarla alacaklarını, bahçelerinde canları ne isterse onu yetiştireceklerini, tavşanlara Lennie’nin bakacağını söyler. Konuşmalara kulak misafiri olan Candy, birikmiş parasının olduğunu ve bu hayale ortak olmak istediğini söyler. Artık iyice yaşlandığını, tek koluyla işe yaramayacağını, ancak yemek pişirip tavuklara bakabileceğini söyler. İki arkadaşın hayalleri vardır, fakat bu hayallerini gerçekleştirecek paraları yoktur. Yaşlı adam, birikmiş parasının olduğunu söyleyince heyecanlanırlar.
Curley, sinirli bir halde yatakhaneye gelir, karısını aramaktadır. Bu sırada Lennie kendi kendine güler. Curley, Lennie’ye sataşır, daha sonra da onu yumruklamaya başlar. Lennie’nin burnundan kanlar fışkırır. Curley, Lennie’yi pataklamaya devam eder. Zavallı Lennie, ne yapacağını bilemez, yüzü gözü kan içinde kalır. George, arkadaşına karşılık vermesini söyler. Bunun üzerine Lennie, Curley’in savrulan yumruğunu havada yakalar, olanca gücüyle sıkmaya başlar. Curley, oltaya tutulmuş bir balık misali çırpınmaya, ağlamaya başlar. George, Lennie’nin parmaklarını gevşetebilmek için onu tokatlar. Lennie, Curley’nin elini bırakır. El öylesine ezilmiştir ki, kemik diye bir şey kalmamıştır.
Curley’yi doktora götürmeye karar verirler. George bu olaydan sonra çiftlikten kovulacağını düşünür. Slim’e, paraya ihtiyaçları olduğunu, çalışmak zorunda olduklarını söyler. Slim, Curley’nin yanına gider, soranlara elini makineye kaptırdığını söylemesini, şayet bu adamları kovduracak olursa, olan biteni olduğu gibi anlatacaklarını, kendisinin rezil olacağını söyler. Curley, çaresiz kabul eder.
George, diğer işçilerle eğlenmeye gider. Çiftlikte kalan Lennie, ahırın yanındaki barakada kalan zenci seyis Crooks’un odasından gelen ışığı görür, içeri girer. Crooks, zenci olduğundan onun yatakhanede yatmasına izin vermezler. Slim ve patronun dışında odasına kimse gelmez. Crooks, Lennie’nin geldiğini görünce şaşırır. Kendisini anlamayacağını bile bile, Lennie’ye içini döker. Kendisini sırf zenci olduğu için yatakhaneye almadıklarını, kendisiyle kâğıt oynamadıklarını, odasına kapanıp kitap okumaktan başka bir şey yapamadığını, yalnızlıktan bunaldığını anlatır. Bir süre sonra yaşlı temizlikçi Candy de odaya gelir. Küçük bir çiftlik alma hayallerinden zenci seyise söz açar. Crooks bugüne kadar bu hayali gerçekleştiren tek bir kişi görmediğini söyler.
Curley’nin karısı da zenci seyisin odasına gelir. Bütün gün evde oturup Curley’nin palavralarını dinlemekten sıkıldığını söyler. Curley’nin eline ne olduğunu sorar. Yaşlı Candy, Curley’nin elini makineye kaptırdığını söyler. Crooks, kadını odasından kovmaya çalışır. Kadın, patronun oğluyla evli olmanın verdiği güçle Crooks’a hakaretler yağdırır. Crooks, işinden kovulmamak için sessiz kalır. Curley’nin karısı, Lennie’nin yüzündeki yara bere izlerinden kocasının elini kimin o duruma getirdiğini anlar. George gelir, kendilerine ait hayallerinin Crooks’a da söylenmiş olmasına kızar.
Pazar günü öğleden sonra işçiler, demir çubuğa at nalı atarak vakit geçirmektedir. Bu sırada Lennie ahırda tek başınadır. Farkında olmadan öldürdüğü köpek yavrusunu, samanların içine saklamaya çalışır. Yine kötü bir şey yaptığını, George’un kendisine kızacağını düşünür. Dışarıdan demir çubuğa çarpan at nallarının şangırtısı, işçilerin bağırışları gelir. Curley’nin karısı ahıra gelir, Lennie’ye yakınlaşmaya çalışır. Onunla konuşmak, içini dökmek ister. Bir tiyatro oyuncusu ya da bir film yapımcısıyla evlenmek istediğini, fakat annesinin buna engel olduğunu söyler. Çok daha iyi yerlerde olabilecekken, şimdi bu çiftlikte çok sıkıcı bir yaşama mahkum olduğunu, kocası Curley’yi hiç sevmediğini söyler. Lennie güzel, yumuşak ve tüylü şeyleri okşamayı sevdiğini söyler. Kadın yumuşak saçlarıyla oynayarak Lennie’ye saçlarına dokunabileceğini söyler. Lennie, kadının saçlarını okşamaya başlar, okşayışları gittikçe sertleşir. Kadın kurtulmaya çalışır, çığlık atmaya başlar. Lennie ne yapacağını şaşırır, kadının ağzını kapatır. Parmakları kadının saçlarının arasındadır. Kadın çırpınmaktadır. Lennie, güçlü kollarıyla kadını silkeler. Kadının boynu kırılır. Lennie, yine kötü bir şey yaptığını, başının belaya gireceğini hisseder. George’un kendisine kızacağını düşünür. Kadının üzerini samanlarla örtmeye çalışır. O anda, başını belaya soktuğunda nehir kıyısındaki fundalıklara saklanması gerektiğini hatırlar. Ölü köpek yavrusunu cebine koyar, ahırdan çıkar, fundalıklara gider.
Yaşlı Candy ahıra girdiğinde, samanların üzerinde Curley’nin karısını görür. Ona yaklaşır, kadının ölmüş olduğunu anlar. Hemen George’u alıp getirir. George, bu işi Lennie’nin yaptığını anlar. Dışarıdaki işçilerin Lennie’yi linç etmelerinden korkar. Kendisinin bu işle ilgisinin olduğunu düşünmesinler diye bir süre bekledikten sonra dışarıda at nalı oynayan işçilere haber vermesini söyler, kendi de yatakhaneye gider.
Candy biraz bekledikten sonra dışarıdakilere haber verir. Adamlar koşarak ahıra gelir. Slim, kadının kırılmış boynunu inceler. Curley, bu işi yapanın Lennie olduğunu söyler, tüfeğini almak için koşar, Carlson da Luger tabancasını almak için peşinden gider. Carlson, tabancasını bulamaz. Carlson’un tabancasını Lennie’nin almış olacağını düşünürler. Yaşlı Candy’yi cesedin başında bırakırlar, hep birlikte Lennie’nin peşine düşerler.
Lennie, nehir kıyısındaki fundalıklara gider, kendi kendine konuşur. Kötü bir şey yaptığı için vicdan azabı çeker. George gelir, elinde Carlson’un Luger tabancası vardır. Lennie, arkadaşından yine hayallerini anlatmasını ister. George hayallerini anlatmaya başlar, Lenni’ye nehrin öbür kıyısına bakmasını, anlattıklarını gözünde canlandırmasını söyler. Lennie’nin arkasına geçer, tabancanın emniyetini açar, tabancayı tuttuğu elini kaldırır. Lennie’nin ensesine bakar. Eli titrer, elini yere indirir. Hayallerini anlatmaya devam eder, kulağına Lennie’nin peşine düşen işçilerin sesleri gelir. George, ikinci kez elini kaldırır, çok sevdiği arkadaşını ensesinden vurup öldürür. Elindeki tabancayı fırlatır. Kumların üzerinde bir süre taşa kesmiş gibi oturur. Slim, yapması gereken bir şeyi yaptığını söyleyerek onu rahatlatmaya çalışır.
Kişiler:
George: Çiftliklerde işçi olarak çalışan işçi Lennie’nin en yakın arkadaşıdır. Dostluk, arkadaşlık duygularına büyük önem vermektedir. Lennie’ye her zaman yardım eder.
Lennie: George’un en iyi arkadaşıdır. Bir çocuğun zekâsına sahiptir. Saf ama çok güçlü biridir.
Candy: Tek kolu yoktur. Çiftliğin yaşlılarındandır.
Curley: Çiftlik sahibinin oğludur. Kendini beğenir. İnsanlara küçümseyici gözle bakan birisidir.
Crooks: Çiftlikteki seyistir. Zencidir. Zenci olduğundan dolayı, diğer İnsanlar tarafından dışlanır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)